28 Aralık 2010 Salı

Garp Cephesi

BİRKAÇ gün sonra 2010 yılını geride bırakacağız, "20" ile başlayan yıllar içinde, benim açımdan en güzel yıl bu yıl oldu tartışmasız... Gülümseyerek veda ediyorum 2010'a, daha da güzel yıllar görmek istiyorum.
AĞAÇLARIN çiçek açtığı ayda, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği Kayseri'deydim; devrimci, duygusal, dünyayı değiştirebileceğime inandığım yıllarımın... Çocukluk anılarım ile gençlik tutkularım belleğimde canladığında hüzünlü bir tebessüm yerleşti yüzüme. Her kaldırım taşını ezbere bildiğim caddede yürürken, tanıdık kimseyi göremedim, halbuki her on(10) metrede birine selam verirdim... 1980'li yılların ikinci yarısında müdavimi olduğum Hisar Pastanesi'nde profiterol yedim, İlk aşkımın oturduğu evin önünden geçerken -refleks olarak- pencereye baktım(şimdi başka bir kıtada yaşıyor), o günlerde de bakardım, camdan bakar, balkona çıkar da görürüm diye... Okulda olduğunu bile bile bakardım, olur ya hastadır, okula gitmemiştir, ilk aşk böyle olsa gerek; apansız, mantıksız, umutsuz olsa da umutlu. Kayseri benim bıraktığım Kayseri olmaktan çıkmış, çok katlı -bence çirkin- bir büyüme ile Avm'ler ruhunu da almış götürmüş Kayseri'nin.
BÜYÜK ayda İstanbul'a gittim, yorucu olsa da, kimi zaman boğsa da bu şehri seviyorum, her gidişimde ayrı bir bölgesinde kalırım, şehrin neresinde olursam olayım Beyoğlu'na uğrarım. İstiklal Caddesi'ndeki İnci Pastanesi'nde profiterol yemezsem olmaz. Beylikdüzü'ndeydim bu sefer, güzel yer ama İstanbul'un dışı. Dışı dediğime bakmayın şehrin içi dışı diye bir kavram yok ki, her şehirde bir, bilemedin iki merkez olur, İstanbul'da onlarca var, nereleri gezdiğimi ayrı ayrı anlatmayacağım, anlatmakla bitmez...
BÜYÜK ayın ortalarında, -Ankara'ya dönmeden- kuzenimle beraber İtalya'ya uçtuk(bu sözcüğü de hiç sevmem; "uçtuk" ne demekse ama yerinde kullanıldığında cuk yerine oturuyor). Yıllardır düşlüyordum bu seyahati. Uzun değildi yurtdışı tatilimiz, bir haftaydı. Bu süre içinde İtalya'nın yaklaşık üçte birini görme şansımız oldu, Roma ile Floransa(Firenze) mutlaka görülmeli diyorum, İtalya'ya, İtalyan kültürüne ve İtalyan insanına ilişkin izlenimlerim oldukça fazla, ne var ki bu ayrı bir yazı konusudur. İtalya'da profiterol yiyemedim, çünkü yoktu gittiğimiz yerlerde, benzerleri vardı, vardı ama illa orijinali olacak...
ÜZÜM ayı İzmir'de bulunmak/gezmek için en uygun ay dedim. Temmuz ve Ağustosta sıcak ve nem üstüme karabasan gibi çöküyor çünkü. İzmir gelişmiş bir Avrupa kentidir bana göre, gecekondular vardır ama, planlıdır şehirleşmesi. İzmir insanı uygardır, naziktir, sosyaldir, yaşamayı, eğlenmeyi bilir, domatese domat, çekirdeğe çiğdem, simite gevrek derler, bana garip gelir bu söyleyişler... Alsancak'ta kordonda yürüdüm, her gittiğimde bunu yaparım, Sevinç Pastanesi'nde profiterol yemeyi unutmadım, Konak'a da giderim, küstürmem bu tarihi semti ve saat kulesini... Yine şehir merkezine uzak bir yerde kaldım, Buca'da. Bir şehirde deniz olması, söz konusu şehir için ne büyük şans, çok fark yaratıyor deniz.
ANKARA'DAKİ hayatım sorunsuzdu, ev-iş, iş-ev, işyerinde de sorunsuz bir yıl yaşadım, az sayıda ama oldukça nitelikli arkadaşlarımla konuşmalar, dertleşmeler... Tiyatro, sinema, bu yıl önceki yıllara oranla daha çok kitap okudum, arada Orta Dünya Kafe'de profiterol yedim. İşte zaman çabuk geçiyor...
AŞK hayatıma değinmem gerekirse, "garp cephesinde yeni bir şey yok."

26 Aralık 2010 Pazar

Eski(me)yen Eşyalarım

ESKİYEN bir eşyamı attığımda, tarifi imkansız bir hüzün duyarım, ne bileyim bir tarihi siliyormuşum, eski bir dosttan ayrılıyormuşum gibi gelir bana. Blog arkadaşım Didem önemli eşyalarımı yazmamı istemiş, hay hay...
İLK aklıma gelen eski kitaplığım; uzun yıllar önce, henüz kitaplarımın sayısı aşağı yukarı bir düzine iken annem almıştı. Kitaplarımı büyük bir keyifle yerleştirmiştim kitaplığıma, ilerleyen yıllarda kitap sayım oldukça arttı ve bir kitaplık daha edinme ihtiyacı duydum.
YENİ kitaplığım daha büyük ve işlevseldir ama öncekinden daha az önemlidir benim için.
BU arada kitaplıklarıma ve kitaplarıma iyi bakarım, haftada iki kez tozlarını alırım, değişik kombinasyonlarla tekrar tekrar düzenlerim.
LİSE yıllarımda masa tenisi oynamayı çok severdim, okulumuzda iki oyun masası vardı, okulun ardından saatlerce oynardık. Harçlıklarımı biriktirip bir çift raket ve bir de masa tenisi topu almıştım. Raketlerden biri ve top bugün de capcanlı durmakta, diğer raket nereye gitti, hiç bilmiyorum. Aklıma estikçe raketi elime alır topa vuruyormuş gibi yapar veya saydırırım; hayatımın en güzel yıllarına göz kırparım...
ORTAOKUL, lise karnelerim, takdirler, teşekkürler, hepsini yıllarca sakladım, şimdi kala kala sadece lise iki karnem kalmış, diğerleri nereye gitmiş anlayamadım. Özenle saklıyorum lise iki karnemi: Adı-Soyadı: Tolga Acar, Sınıfı-No: 5 FEN E - 1530 Okulu: Fevzi Çakmak Lisesi, İli ve İlçesi: Kayseri- Melikgazi... Notlar: Edebiyat, fizik, kimya ve yabancı dil: 6, psikoloji, din, inkılap ve tarih 7, matematik ve coğrafya 5, milli güvenlik ve resim 9, beden 10. Sınf öğretmenimiz, "gayretli ve terbiyeli. Daha dikkatli çalışırsa başarılı olabilir" diye yazmış. Teşekkür almıştım.
BENİM için önemli olan, hani derler ya "manevi değeri yüksek" eşyalarım bu kadar değil elbet, bunlar öncelikle aklıma gelenler. Off yine efkar bastı beni.

21 Aralık 2010 Salı

NARNİA



GEÇEN yıldan beri istiyordum Ankara Devlet Tiyatrosunun sahnelediği çocuk oyunu "Narnia Günlükleri"ni izlemeyi. Bir yıldan uzun bir süre sürekli ertelememin gerekçeleri vardı; çocuk oyunu sıkılırım, bu yaşta ne işim var çocuk oyununda gibi.
TİYATROCU bir arkadaşım çocuklar kadar büyüklerin de eğleneceği bir oyun, mutlaka görmelisin diyerek, bir kez daha gaz verince bana, soluğu sahnede aldım.
İLK defa bir çocuk oyunu izleyecektim, çocukluk yıllarımın geçtiği taşra şehirlerinde tiyatro yoktu, olsaydı gidebilir miydim, bu da ayrı bir soru...
HER neyse oyun başlamak üzere, bende değişik bir heyecan... Müzikal denebilecek bir oyun, yalnızca masallarda görülebilecek bir biçimde yolunu kaybetmiş çocuklar, Ormanlar Kralı Aslan, diğer hayvanlar, orman ve olağanüstü güzellikte doğa ve kötü kalpli bir cadı var Narnia'da...
OYUNU izleyen çocukların tepkileri çok hoşuma gitti; yüksek sesle oyunculara bilgi verdiler, yardım etmek istediler, cadı şuraya saklandı ya da geliyor kaç! dediler, kendini tutamayıp sahneye girmeye çalışan bir çocuk gördüm... -cadıya ne yapacaktı?-
ÇOK keyif aldım oyunu izlerken, içimde bir yerlere gizlenmiş çocuğun farkına vardım, eve dönene kadar gülümsedim...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Nerede Kalmıştık

ALTI aydan bir zamandır yazmıyorum, öncesinde 'blogcu'da(acartolga.blogcu.com) yazıyordum. Blogcuya erişmekte zorluk yaşadığım dönemde yazmaya ara verdim, ardından nedense elim bir türlü klavyeye gitmedi. Oysa ne çok olay geçmişti başımdan, neler görmüştüm... Bu arada bir kaç blog yazarı arkadaşımın yazılarını okumaya devam ettim, bloglardan tamamen kopmadım.

YAZMAK sağlığa iyi geliyor, insanı hayata motive ediyor. Ortaokul yıllarımda günlük tutmakla başladı yazma serüvenim, liseye giderken okulumuzun 2. hamur kağıda basılı, siyah beyaz dergisinde, sanırım "her insan kendi adasında yaşar" konulu bir kompozisyonum yayımlandı, bir iki yazım daha yayımlanınca kendimi Dostoyevski sanmaya başladım. Üniversiteye başladığım yıl(1991) çok ağır bir trafik kazası geçirdim, psikolojik ve fiziksel olarak kendimi toparlamam yıllar sürdü, tabi bu süre içinde yazamadım, şimdi dahi tam olarak "eski ben" olduğumu söyleyemem...

ÜNİVERSİTEDE sınıf arkadaşım olmasına karşın yakından tanımadığım Nihan Gümrükçü Özdemir ile yeniden karşılaştık sanal dünyada ve yıllardan sonra. Nihanın blog yazılarını okudum ve yorum yazdım, Nihanla -daha sonra yüz yüze de görüştük- benim yazılarımın da iyi olduğunu ve kendime blog açabileceğimi söyledi. Uzatmayayım yazmaya yeniden başladım. -sanal ortamda-

YAZMAYA BU denli uzun bir ara verdikten sonra "DÖNÜŞÜM MUHTEŞEM" olmadı. Muhteşem bir dönüş yapmayı bekleseydim daha çok beklerdim... Bir yerden başlamam gerekiyordu, ilerleyen günlerde daha iyi yazılarımı okuyabilirsiniz.