BİRKAÇ gün sonra 2010 yılını geride bırakacağız, "20" ile başlayan yıllar içinde, benim açımdan en güzel yıl bu yıl oldu tartışmasız... Gülümseyerek veda ediyorum 2010'a, daha da güzel yıllar görmek istiyorum.
AĞAÇLARIN çiçek açtığı ayda, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği Kayseri'deydim; devrimci, duygusal, dünyayı değiştirebileceğime inandığım yıllarımın... Çocukluk anılarım ile gençlik tutkularım belleğimde canladığında hüzünlü bir tebessüm yerleşti yüzüme. Her kaldırım taşını ezbere bildiğim caddede yürürken, tanıdık kimseyi göremedim, halbuki her on(10) metrede birine selam verirdim... 1980'li yılların ikinci yarısında müdavimi olduğum Hisar Pastanesi'nde profiterol yedim, İlk aşkımın oturduğu evin önünden geçerken -refleks olarak- pencereye baktım(şimdi başka bir kıtada yaşıyor), o günlerde de bakardım, camdan bakar, balkona çıkar da görürüm diye... Okulda olduğunu bile bile bakardım, olur ya hastadır, okula gitmemiştir, ilk aşk böyle olsa gerek; apansız, mantıksız, umutsuz olsa da umutlu. Kayseri benim bıraktığım Kayseri olmaktan çıkmış, çok katlı -bence çirkin- bir büyüme ile Avm'ler ruhunu da almış götürmüş Kayseri'nin.
BÜYÜK ayda İstanbul'a gittim, yorucu olsa da, kimi zaman boğsa da bu şehri seviyorum, her gidişimde ayrı bir bölgesinde kalırım, şehrin neresinde olursam olayım Beyoğlu'na uğrarım. İstiklal Caddesi'ndeki İnci Pastanesi'nde profiterol yemezsem olmaz. Beylikdüzü'ndeydim bu sefer, güzel yer ama İstanbul'un dışı. Dışı dediğime bakmayın şehrin içi dışı diye bir kavram yok ki, her şehirde bir, bilemedin iki merkez olur, İstanbul'da onlarca var, nereleri gezdiğimi ayrı ayrı anlatmayacağım, anlatmakla bitmez...
BÜYÜK ayın ortalarında, -Ankara'ya dönmeden- kuzenimle beraber İtalya'ya uçtuk(bu sözcüğü de hiç sevmem; "uçtuk" ne demekse ama yerinde kullanıldığında cuk yerine oturuyor). Yıllardır düşlüyordum bu seyahati. Uzun değildi yurtdışı tatilimiz, bir haftaydı. Bu süre içinde İtalya'nın yaklaşık üçte birini görme şansımız oldu, Roma ile Floransa(Firenze) mutlaka görülmeli diyorum, İtalya'ya, İtalyan kültürüne ve İtalyan insanına ilişkin izlenimlerim oldukça fazla, ne var ki bu ayrı bir yazı konusudur. İtalya'da profiterol yiyemedim, çünkü yoktu gittiğimiz yerlerde, benzerleri vardı, vardı ama illa orijinali olacak...
ÜZÜM ayı İzmir'de bulunmak/gezmek için en uygun ay dedim. Temmuz ve Ağustosta sıcak ve nem üstüme karabasan gibi çöküyor çünkü. İzmir gelişmiş bir Avrupa kentidir bana göre, gecekondular vardır ama, planlıdır şehirleşmesi. İzmir insanı uygardır, naziktir, sosyaldir, yaşamayı, eğlenmeyi bilir, domatese domat, çekirdeğe çiğdem, simite gevrek derler, bana garip gelir bu söyleyişler... Alsancak'ta kordonda yürüdüm, her gittiğimde bunu yaparım, Sevinç Pastanesi'nde profiterol yemeyi unutmadım, Konak'a da giderim, küstürmem bu tarihi semti ve saat kulesini... Yine şehir merkezine uzak bir yerde kaldım, Buca'da. Bir şehirde deniz olması, söz konusu şehir için ne büyük şans, çok fark yaratıyor deniz.
ANKARA'DAKİ hayatım sorunsuzdu, ev-iş, iş-ev, işyerinde de sorunsuz bir yıl yaşadım, az sayıda ama oldukça nitelikli arkadaşlarımla konuşmalar, dertleşmeler... Tiyatro, sinema, bu yıl önceki yıllara oranla daha çok kitap okudum, arada Orta Dünya Kafe'de profiterol yedim. İşte zaman çabuk geçiyor...
AŞK hayatıma değinmem gerekirse, "garp cephesinde yeni bir şey yok."