21 Şubat 2011 Pazartesi

GÜNCEL

KAMU çalışanları hafta sonunun gelmesini iple çekerler; tatildir çünkü, erken kalkmayabilirler, gitmek zorunda oldukları bir adres yoktur, aileleri veya arkadaşları ile dilediklerince birlikte olabilirler... Özel sektörde iş yaşamlarını sürdürenler için aynı durum söz konusu değildir, haftanın belirli günleri izinli olarak çalışanlar da vardır, izin gününü önceden kestiremeyenler de...

HALEN çalıştığım kamu kurumundan önce, kısa bir süre çalıştığım haber ajansından ayrılmamın temel nedeni çalışma düzeninin olmamasıydı, bırakın tatil günlerini, tatil saatlerini dahi öngöremiyordum, kendime ayırabildiğim zaman sınırlıydı. Sigortasızlık vb. nedenleri de buna ekleyince çok düşünmeden bıraktım işi. Doğrusunu mu yaptım biliyorum, ajansta devam etseydim yaşayacağım "paralel evreni" bilmem olası değil.

HAFTA sonundan söz ediyorduk, geride bıraktığımız hafta sonu cumartesi gün boyunca evdeydim, en son ne zaman tüm günümü evde geçirdiğimi anımsamıyorum, çok uzun zaman önce olmalı. Vizyondayken izleme fırsatı bulamadığım Çağan Irmak filmi Mustafa Hakkında Herşey'i izledim, güzel bir filmdi, Babam ve Oğlum denli olmasa da etkiledi beni... Vedat Türkali okumaya devam, Mavi karanlık, Tek Kişilik Ölüm, Yeşilçam Dedikleri Türkiye ve okumakta olduğum Kayıp Romanlar'ın ardından sırada Güven var. Cumartesi televizyona hiç yüz vermedim ama bilgisayar başında hatırı sayılır bir zaman geçirdiğimi söyleyebilirim. Pazar günü, iki sezon önce izlediğim ve Blogcu'da bir yazıma konu olan Ankara Devlet Tiyatrosunun oyunu Kerbela'yı ikinci kez görme şansım oldu. Bu kez oyunu izlerken konu üzerinde durmadım, konunun nasıl anlatıldığına yoğunlaştı tüm dikkatim. Eve döndüğümde epey geç olmuştu.
"OFF ya bugün pazartesi! Hafta sonuna daha beş gün var."














16 Şubat 2011 Çarşamba

Bang bang lucky luke

SEVGİLİ Ezgilimelodi geçmişteki çizgilerimi sormuş, uzun bir gecikme ile yanıtlıyorum:

TRT yıllarında çokça seçeneğimiz yoktu çizgi film konusunda, yayınlanan tüm çizgi filmleri izlerdik. Anımsadığım kadarıyla, -çeyrek yüzyıl öncesi- hafta sonları sabah saatlerinde gösterilirdi çizgi filmler; He-man vardı, olağanüstü güçlere sahip, kötülüklerle savaşan ve her daim kazanan kahraman. "Gölgelerin gücü adına! Güç bende artık!" diye kükrerdi, kılıcıyla dokunduğu köpeği devasa bir yaratığa dönüşüverirdi ve kötülerin hakkından gelirlerdi. He-Man'in dişi versiyonu She-Ra pek tutmadı. Bütün zamanların vazgeçilmezi Redkit'i hiç kaçırmazdım, atı, köpeği ve sevimli haydutlar Daltonlar ile her macerası keyifle izlenirdi, fon müziği süperdi, bugün de izliyorum Redkit'i. Bunların dışında Temel Reis, Ninja kaplumbağalar, hayalet avcıları, şirinler ve Clemetine'i anımsıyorum.


Bir çizgi film kahramanı olmayı isterdim, Gargamel olsam bile...

GEÇMİŞTEKİ çizgilerim çizgi filmlerle sınırlı değil, günümüzde pek okunmasa da seksenli yıllarda çizgi romanlar elden ele dolaşırdı. Sıkı bir çizgi roman okuyucusuydum. Favorim Zagor'du, Baltalı İlah'ın ve minik, sempatik yardımcısı Çiko'nun okumadığım macerası kalmamıştı, tekrar tekrar okurdum. Mandrake'nin sihirleri büyülerdi beni. Klasikleşen çizgi romanlar Tommiks ve Teksas'ı da görmezden gelmezdim. Redkit'in çizgi romanı da vardı dimi?

Çizgi romanların okuma alışkanlığı kazanma konusunda önemli bir basamak olduğunu düşünüyorum; çocukların hayal dünyasını sınırsızlaştıran, zenginleştiren, onları düşündüren ve eğlendiren, görsel yönü olduğu için kolay okunan kitaplardır çizgi romanlar.


SEKSENLİ yılların fenomen mizah dergisi Gırgır'dan da söz etmeliyim. Her pazar ilk iş Gırgır alırdım, karikatür tiplerini unutmam olanaksız; Avanak Avni, en kahraman rıdvan, dünyanın en ileri zekalı gerizekalısı (Zihni Sinir)... Muhalif bir dergiydi, Turgut Özal ve Kenan Evren'i eleştiren çizimleri çok hoşuma giderdi. Öyle basit espriler de olmazdı çizimlerde, anlamak için düşünmeniz ve az biraz zeki olmanız gerekirdi.

Mizah dergileri günümüzde az okunuyor, Gırgır Sovyetler'de yayınlanan Krokodil'in ardından en çok satan mizah dergisiydi...

GEÇMİŞTE kalan çizgilerim bunlar...